28 Ekim 2009 Çarşamba

Yeni Bir Seri

Blog'a yazı yazmayı özlediğimi, kendi kendime okuyup sonradan "ne güzel yazmışım ula" dememle farkettim ve "hadi bi tane daha patlatayım" dedim. Kimse okumuyor bile olsa "amaan s*kerler"...

O gün diğer günlerin aksine kapı, telefon, alarm vb. tarafından uykudan uyandırılmamış, kendi kendime uyanabilmiştim. Bu işte bi' iş var diyecekken " lan zaten erken yattım, neden uyyim ki daha fazla" diye düşündüm. Ama bayaa erkendi, ne yapayım diye düşünürken, önce kendime bi tane "ağzıma layık", özel yapımım olan "san dé da vinci"(sandviç ama bildiğin gibi değil, ben yapıyorum onu ve tam bir sanat eseri olduğundan bu adı verdim, öyle güzel oluyor ki duvara asmak için bi deliği fln olsa yemem, duvarıma asarım) yapıyım, limonatamı da koyup bi güzel afiyetlen yiyeyim dedim, dememle yapmaya başlamam bir oldu. Sandviç'i yapmam yaklaşık 17 dakika sürdü, yemem ise "her güzel şeyin hızlı bitmesi kanunu'na" dayanarak(malesef) 7 dakika.

Şimdi bunları size anlattım ama "ee bunlar gayet olağan şeyler, hani bitti mi?" gibi düşünmeyin.
Sandviç'i bitirdikten sonra ellerimi yıkayıp, bi dişlerimi fırçalayım sonra da çıkıp biraz yürüyüş, hava alma gibi bişey yaparım dedim. Odama gittim, güneş ışığı odayı tam sevdiğim gibi aydınlatmış, yani böyle bi yerden ışık veriyomuşsun gibi çok sevdim onu. Kesin size seversiniz ha o ışık gelme şeklini. Giyindim, gri bir t-shirt(ya ne olacağıdı), altıma da bi kot, rahattım, hava sıcak olcaktı bugün ve ayakkablarımı giyip, cüzdanımı ve anahtarımı alınca tam oldum. Kapıdan çıktım, şaşırtıcı denilebilecek şekilde karşı komuşumuzun kapısının önünde hiç ayakkabı yoktu. Normalde küçük nüfuslu bir köyün cami kapısından farkı olmayan bu "kapı önü", günün beni şaşırtan ilk ve en küçük detayı olcaktı da benim daha haberim yoktu. Aşağı indim, 2. beni şaşırtan detay ise apartman kapımızda köpek yatmayışı oldu. Yürümeye başladım sokakta, kimseler yoktu, saate bakmayı unuttum belki de gerçekten çok erkendi lan. Baktım, saat gayet de kalabalık olacak bi saatti. Bi çocuk gördüm koşan, yokuşun yukarısında, "LAAAAA" diye bağırdım ama beni sallamadı, ben de koştum yokuşun başına hiç kimse yoktu. "Hasiktir, ben mi kaldım lan dünyada" diye düşünüp yüzümde hassiktirifaz bir ifadeyle bi kaldım. Ağlamaklı oldum. Ne bu ya herkes nerde derken, "dur lan babamı arıyım bi" dedim. Aradım, telefondaki kadın " iyi günler lütfen saatinizi kontrol edip, aramayı tekrarlayınız" dedi. Nası ya, o ne lan ? , baktım saate, 14.37'ydi. Tekrar aradım. "Aradığınız kişiye ulaşmanız imkansız, çünkü telefonunuzun sistemi kullanılamıyor"dedi. Nası ya dedim, sokağa baktım hala kimse yoktu.

Ana caddeye yürüdüm ama orası da boş, sonra uzaktan bi adam gördüm bana doğru yaklaşan. Gayet yakışıklı, pek esrarengiz olmayan biri, yabancı gözleri, kısa saç traşı, spor bir kıyafetle geldi. Yabancı bi dil konuşuyordu. Ben de hiç anlamam öyle alakasız yabancı dilleri, yani tahmin bile edemedim nece konuştuğunu, "kusrabakma hocu, anlamıyorum." dedim. "I'm sorry, i'm late" dedi. Ha burayı anladım ama "Türkçe ben" dedim. Adam " Turkci, turkcei, turrrkk hmm." diye düşündükten sonra "hah tamam ya Türkçe" diyip Türkçe konuşmaya başladı. "Noluyo lan dalga mı geçiyosunuz benlen, çıkın ortaya" diye haykıracağdım ki adam : " ya kusrabakmayın geç kaldım, napmayı düşünüyorsunuz bay Öcek" dedi. Tabi şaşkınlık hat safhada olduğundan dolayı, yine bi kaldım öylece. "Aaa, bana sadece Öcek de" dedim. Düşün ne kadar şaşkınım ki "Özer " demedim " Öcek" de dedim.

Uzun olunca okumuyorsunuz. O yüzden kısa kısa yazmaya başladım, devamı en geç bir hafta sonra.

Geri Gelmek İçin Geri Geldim

GELİYORUM... YAZMAYA BAŞLİCAM TEKRAR... ÇOK DOLDUM BURAYA DAMLİCAM... HEYCANLANDIM LAN BUNU YAZARKEN BİLE. EHE.. Öptüm. sevgiler.